HALKMECLİSİ HALKIN ÖZGÜR SESİ.........



 
    ANA SAYFA

    YAZILAR

    ŞİİR

    FORUM

    ANKET

    SOHBET

    DEFTER

    LİNKLER

    ARŞİV

 

                                                          GLOBALİZMİN DİLİ
   

       Globalizmin dili, özel bir dikkat gerektirir. Globalizmi sözcük olarak ele alarak başlarsak, değişik kullanım biçimlerinde hiç bir anlamı bulunmamaktadır: 1970'den itibaren bakacak olursak, globalizm sözcüğü, değişik şeylerin tek bir kategoride ifade edilmesi için kullanılmaktadır. Örneğin, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, hava taşımacılığının yaygınlaşması, döviz spekülasyonları, sınır ötesi sermaye hareketlerinin artması, kültürün Disneyleştirilmesi, kitle tüketimi, global ısınma, genetik mühendisliği, çokuluslu şirketlerin güçlenmesi, yeni uluslararası işbölümü, emeğin ulusalararası hareketi, ulus-devletin gücünün azalması, post-modernizm ya da post-fordizm gibi. Burada sorun, sözcüğün kaygısız bir biçimde birden çok anlamda kullanılmasıdır. Zihinsel olarak, sözcüğün böylesine kullanımı, nedeni etkiden ayırmakta, kimin tarafından, kime, niçin ve hangi etkiyle ne yapıldığını tahlil etmek için her türlü çabayı belirsizleştirmektedir. Politik olarak ise, sözcüğün belirsizleştirilmesi ve hayalete dönüştürülmesi, onu, kendi başına bir yaşamı olan birşey haline getirmekte, onu bir güç haline dönüştürmekte, insanın iradesi dışında, kaçınılmaz ve önünde durulamaz bir bağımsız varlığa sahip birşeymiş gibi fetişe etmektedir. Sözcüğün kullanımındaki bu belirsizlik, analitik ve politik sonuçlarında olduğu gibi, globalizm tartışmalarındaki diğer unsurları da bozmaktadır. Burada bazı sorunlu alanları ve bazı önemli farlılıkları göstermek istiyorum.

      İlkin, globalizm kavramının kendisini ele aldığımızda, globalizmin, güneşin altında yeni birşey olmadığının, ama kapitalizmin özgün bir biçimi, kapitalist ilişkilerin coğrafi olarak ve insan yaşamının her alanını etkileyen bir genişlemesi olduğunun altını çizmek gerekmektedir. Ancak 1970'lerden beri kapitalist ilişkilerin gelişmesine ilişkin var olan iki farklı düzey (teknolojideki gelişmeler ve iktidar gücünün yoğunlaşmasındaki gelişmeler) sık sık globalizm başlığı altında biraraya getirilmektedir. Teknolojik ilerlemeyi ekonomik gücün global yoğunlaşmasından ayırmak, onların bileşiminin sınıf ilişkilerini nasıl değiştirdiğini göstermek, yapılan tahlillerin ve politik stratejilerin bir eleştirisidir.

     Teknolojik ilerleme ile ekonomik gücün yoğunlaşması arasındaki bağ, zorunlu birbağ değildir. Bilgisayarlaşma, iletişim teknolojisindeki ilerleme ile olanaklı olan iletişimdeki hız, tek merkezden kıtalararası denetimin sağlanabilmesi, insan ve metaların taşınmasında etkinliğin ve hızın artması, üretim esnekliğinin kolaylaşması ve rutin görevlerin otomasyonu, bir bütün olarak ekonomik gücün yoğunlaşmasında tanık olduğumuz önemli gelişmelerdir. Ancak teknolojideki bu ilerlemeler tamamen farklı biçimlerde de kullanılabilirdi (eğer onların tasarlanmış kullanımı farklı olsaydı, gerçekten tamamen farklı olabilirlerdi). Teknolojik ilerleme, mal ve hizmetlerin daha az çabayla aynı kalitede üretilmesi ya da aynı çabayla daha fazla üretilmesi anlamına da gelmektedir. Bu, daha az çalışma ya da daha çoğuna sahip olma sonucu doğuracağından herkes için daha iyi olacaktır. Oysa böyle yapılmamaktadır. Bunun nedeni, teknolojinin bu yolda kullanılamayacağı için değil, ama iktidar sahiplerinin, güçlerini artırmak ve yoğunlaştırmak için onları diğer yöne yöneltmeleri ve kullanmalarıdır. Teknolojik ilerleme, sınıflar arasındaki güç dengesini değiştirmek amacıyla kullanılmıştır. Bu nedenle, dikkatler, teknolojinin kendisine değil, bu noktaya odaklaştırılmalıdır.

      Teknolojik globalizm ile gücün globalleştirilmesi arasındaki fark —salt analitik olarak değil, politik olarak da— önemlidir. Burada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: “Eğer bu iki şey birbirinden ayrıştırılabilinirse, ortaya çıkacak olanaklar nelerdir?” Gerçeklikte mevcut olan globalizm olarak teknolojik globalleşme ile gücün globalleşmesinin mevcut bileşimi tartışılmalıdır, ki bu, dikkatleri alternatif bir globalleşmeye yöneltecektir. Gerçeklikte mevcut olan globalizmin tahrip edici sonuçlarına karşı, soldan olduğu kadar liberal bakış açısıyla da gösterilen muhalefet, ona uygun yanıt verme konusunda bölünmüş durumdadır. Dünya Ticaret Örgütü'ne (WTO) karşı Seattle'da atılan slogan —ya küçült ya da durdur— ile Nisan ayında IMF ve Dünya Bankası'na yönelik Washington gösterilerinde atılan slogan —ya küçült, ya da batır— gibi, masada bir yer mi istiyoruz, yoksa başka bir masa mı ya da hiç masa istemiyor muyuz gibi soruların tümü hedeflere ilişkin çelişkileri göstermektedir. Konu, gerçekten zordur. Ama alternatif bir globalleşmenin gerçekleştirilmesi konusu, en azından hedefler konusundaki tartışmanın önemli bir kısmını oluşturacak; gerçeklikte mevcut olan globalizm üzerine yapılan tartışmaları daha geniş olasılıklara açık hale getirecektir.

       Bunun yanısıra, globalleşmenin ulus-devletlerin gücünü azalttığına ya da yok ettiğine ilişkin yapılan atıflar, gerek kavramsal gerekse dilsel açıklığa ihtiyaç göstermektedir. Güçsüz devlet miti, mevcut durum tahlillerini bulandırmaktadır. Sanayileşmiş kapitalist dünyada devlet faaliyetlerinin önemi, sistemin uluslararası genişlemesine paralel olarak işlevsel olarak azalmamış, tersine artmıştır. Eğer devletler, sermayenin ve metaların hareketini denetlemezlerse, bu, bunu yapamadıklarından değil, yapmayı istemediklerinden dolayıdır. —bu, devletin güçten düşmesi değil, devlet gücünün geri çekilmesidir. Uluslararası çıkar çevrelerinin Dünya Ticaret Örgütü'ne (WTO) verdikleri büyük önem, gümrük tarifeleri anlaşması, düşünce ürünleri üzerindeki mülkiyet hakkının ve sözleşme hükümlerinin hükümetler tarafından yürütülmesi, ulus-devletin önemini büyütmüyorsa da, sürdürmesine neden olmaktadır.

      Bunun yanında, fetişleştirmenin önemli bir unsuru da, farklı politik tercihlerle “devlet” sözcüğünün kullanılmasıdır. Buna, homojen devlet safsatası denilebilir ve bu, “rekabetçi devlet” ya da Kuzey ve Güney “devletler”inin yararları ve zararları söylemiyle ortaya çıkmaktadır. Devletler ve kentler içsel olarak bölünmüştür; bir grup ya da sınıf için iyi olan bir devlet ya da kent, diğerleri için çok değişik sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Hükümetler, yine de belirli bir özerkliğe sahiptirler, ve çok sınırlı olarak, kendine özgü politik liderlerin ve bürokrasinin ya da rejimin çıkarlarına uygun hareket eden devletlerden ve kentlerden sözedilebilir, ama daha gerçek olan, hükümetler değişik çıkarların temsilcisidir ve eyleminin çoğunluğuna özgün çıkarlar egemendir. “Ulusal çıkar”dan sözetmek, genellikle bazı özgün çıkarların gizlenmesine hizmet ettiği gibi, devletten, kendi içinde yaşayan herkesin temsilcisi gibi sözetmek, gerçeklerin gizlenmesini sağlar.

       Bu bağlamda, “Birleşik Devletler”in (ABD) uluslararası ilişkilerdeki egemenliğinden söz etmek için, ABD'nin politikasında kimin egemen olduğu ile bu politikadan kimlerin dışlandığı arasında açık bir ayrım yapılması gereklidir. Güney ülkelerinin temsilcilerinin kendi hükümetlerinden farklı bir tutum takındıkları Seattle'deki tartışmalarda açıkça görüldüğü gibi, bu aynı zamanda devletler için de geçerlidir. Devlet ile halk arasındaki bu ayrım, devletin politik ve resmi işlemleri açısından olduğu kadar, devletin ekonomik olarak kimi temsil ettiği açısından da önemlidir. Uluslararası ekonomik görüşmelerde devleti temsil edenler, homojen ulusal ekonomik çıkarları temsil etmezler. Homojenlik, belki pazarlık masalarında çıkarların bir karakteristiği olarak gözönüne alınır, yani sınıfsal olarak aynı olan kesimlerin, sektörel bazdaki ayrılıklarının mali ve işilişkilerindeki bütünselliği olarak. Ana bölünme, devletler arasında değil, sınıflar arasındadır; homojenlik ise, devletler içinde değil, sınıflar içindedir.

       Globalizm tartışmalarında kullanılan diğer bir dil, onun savunucuları tarafından ortaya atılan, ancak daha çok karşıtları tarafından kullanılan aktüel olarak olanların belirsizleşmesine neden olan dildir. Örneğin, “insan sermayesi”, gerçek içeriğiyle “emek ustalığı”yken, ters anlamda kullanılmaktadır. “Yönetim” (governance), küçültülmüş yönetimlerin örtüsüdür ve yönetimin küçültülmesi anlamında kullanılması gerekir. “Yatırım”, üretim kapasitesinin genişletilmesi anlamında da kullanılır, salt spekülasyon anlamında da. “Serbest” piyasa, serbest kamu eğitiminde olduğu gibi ücretsizdir; gerçek anlamında ise “özel piyasa” demektir ve insan özgürlüklerine ilişkin pekçok kavramın sınırlandırılmasıdır. Tabii ki “reform”, medyanın kullandığı gibi özelleştirmedir. Fark gözetmeden kullanılan “üretici hizmetleri”, onun sosyal anlamından “üretici” kavramını yalıtmaktadır. Basılmış hisse senetleri raporları “üretici hizmetleri” sayılmaz, çünkü onları makineleri çalıştıran işçiler basar, onlar “hizmet vericiler” (service providers) değildir, ama “üretici” olarak tanımlanan borsa simsarları ise, sözcüğün gerçek anlamında böyle kabul edilemez.

      Tüm bunlar, salt terminolojik sorunlar değildir. Gerçekte varolan glaballeşme tarafından üretilmiş olan hastalıklar karşısında durmaya çalışan çeşitli gruplar arasında henüz açık bir fikir birliği olmadığını da göstermektedir. En ılımlı hedef, basitçe şeffaflık ve katılmacılık olarak tanımlanmaktadır; katı liberaller, global kurumlar ve kurallar sisteminin yeniden yapılanmasını istemektedirler; radikaller, global kurumların tamamen ortadan kaldırılmasını ya da yerine ekonomik ve politik olarak, ulus-devletler içinde ve arasındaki ilişkilerin yeni ve farklı bir sisteminin konulmasını savunmaktadırlar. Seatle'dan sonraki tartışmalar, ABD'nin Kongresinin, ticaret temsilciliklerinin, Birleşmiş Milletler degelerinin ya da çeşitli uluslararası ajanslarının ve kurumlarının ortaya koydukları gibi, ulusal düzeyde özgün programatik talepler çevresinde bir birlik oluşturamamıştır. Sayısız grup ve bireyler, eylem için hedefleri, platformları ve özgün talepleri formüle etme sorunu ile uğraşmaktadırlar. Bir görüşe uygun olan talepler, diğer görüşlere ters düşmektedir; hedeflerin genelleştirilmesi ve gerek stratejik, gerekse taktik farklılıkların birleştirilmesi, daha fazla düşünmeye ve netliğe gereksinme göstermektedir. Dildeki belirsizlik, kısa vadede bir ittifak kurulmasını kolaylaştırabilir, ama kalıcı ve uzun erimli bir ittifak, tam bir kavrayış birliğine ulaşılmasını zorunlu kılar. Teknolojinin globalleşmesi ile gücün globalleşmesi arasındaki farklılık konusunda çok dikkatli olunmalı, alternatif globalleşme her zaman gündemde tutulmalı, güçsüz devlet mitinden ve homojen devlet safsatasından uzak durulmalı, globalizmin Orwellci dilinin tuzaklarına dikkat edilmelidir. Bunların tümü, uzun erimli hedeflerde ve gelecek adımlarda genel bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olabilir.

      Kaynak: Peter Marcuse